Mudurnunun Tarihçesi

Mudurnunun Tarihçesi

Mudurnu bölgesi, antik dönemlerden bu yana birçok uygarlığın izlerini taşımakla birlikte, elde net bilgiler bulunmamaktadır. Anadolu Trakyası ve Bitinya adlarıyla anılan Bursa-İzmit-Bolu bölgesinin ortasında, önemli ticari ve askeri yolların kavşağında yer alan Mudurnu’nun tarihini, bu bölge tarihi çerçevesinde ele almak gerekir.

Bitinya bölgesinde bilinen ilk yerleşimler M.Ö. 5000 yıllarında Prohititler tarafından yapılmıştır. Daha sonra Frigyalılar, Lidyalılar, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Osmanlılar’ın kurduğu egemenliklere ait izleri, bugün bile görmek olanaklıdır. 1019 yılından itibaren Anadolu’ya yönelen Oğuz akınları sonrası, 1078 yılında Süleyman Şah döneminde Sakarya, Eskişehir, Bolu ve Mudurnu civarına ilk Türkmen yerleşimleri başlamıştır. Selçuklu egemenliği 1. Harçlı seferleri ile sona ermiş ve bölge tekrar Bizanslılar’ın denetimine girmiştir. Mudurnu, adını; tekfurlar yönetimindeyken, Bursa Tekfurun ‘nun kızı Matarnı ya da “ Moderna”dan almıştır. Tekfur; kızının adına, şu anki yerleşim yerinin doğusuna bir kale yaptırmış ve bu kalenin etrafında Mudurnu gelişmeye başlamıştır. “Matarni” ya da “Moderna” adı zamanla Mondernes, Monderna, Mudurlu olarak söylenmiş ve Mudurnu’ya dönüşmüştür.

Roma ve Bizans dönemlerini yaşayan yöre, 1307 tarihinde Osmanlı Beyliği’ne geçmiştir. Mudurnu kasabası Bolu’nun 50 km. güneybatısında, Hisar ve Kulaklı tepelerinin arasındaki bir vadiye kurulmuştur.Tarihi ipek ve baharat yolunun en önemli alışveriş ve ihtiyaç giderme konaklama duraklarından biri olmuştur. Tarihi kent kimliği, dokusu hâlâ bozulmadan günümüze ulaşabilmiş, geçmişten geleceğe ışık tutan, birbirinin güneşini engellemeyen bir anlayış çerçevesinde inşa edilen ahşap evlere bugün de rastlamak mümkündür. Tarihi kent dokusu, insan ilişkilerinde yaşayan ve hemen fark edilen ahilik geleneğinin izlerini sürdürme başarısın gösterebilmiştir. Sokakları gezerken, geçmişten gelen gelenek ve göreneklerin izlerini gözlemleyebilirsiniz.Tarihi ahşap evleri ve arasta çarşı içindeki demircileri, bakırcıları ve ayrıca renk cümbüşü içindeki yöresel ürün pazarına yolunuz düştüğünde; tarihin izlerinin günümüzde de yaşamaya devam ettiğini görürsünüz. Coğrafi sınırları içinde bulunan Mudurnu; Abant, Sülüklü, Karamurat gölleri; Babas, Sarot kaplıcaları, yaylaları, akarsuları, biyolojik zenginliği ve endemik bitki yapısı gibi doğal zenginliğiyle geçmişten geleceğe uzanan bir köprü gibidir… Evler genellikle ahşap, iki- üç katlıdır. Bunların arasında 100, hatta daha fazla yaşında olanlar vardır. Evlerin balkonları, kapıları ; tahta oyma sanatının en güzel örnekleri ile süslenmiş ve ahşap oymalar aile birliğini temsil eder tarzda işlenmiştir.

Osmanlı erken dönem mimarisinde cihannüma adı verilen ve yöresel olarak kuşluk olarak da tabir edilen iki üç katlı ahşap evlerin çatısına yapılan küçük ve renkli camlı odalar; gözetleme yeri, güvenlik amaçlı kullanıldığı gibi; o evin erkek çocuğu evlenip çocuğu olduğunda, evin gelini bebeğini o odalarda emzirirmiş… O küçük, değişik renkli camlardan odaya sızan gün ışığından çocuk faydalanasın ki; algısı, görgüsü gelişsin… Bu kültür ve gelenekle yetişen yöre esnafı Osmanlı beyliğinin devletleşme sürecinde önemli katkıları olan ahilik geleneğini, yaklaşık 750 yıldır sürdürmektedir Mudurnu.

1650 yılında Mudurnu’ya gelen Evliya Çelebi özetle, ” Mudurnu Kalesi 8 köşeli, 20 kuleli, bir kapılı, binası kararmış, sur ve kaleleri çökmüş eski bir yapı.” olarak tasvir eder. Ayrıca, Yeniçeri ocağında sancak payeli, 150 akçalı bir kaza olduğunu, 3000 konut, 17 mahalle, Yıldırım Camii ve Medresesi, 1 Darülhadis, 13 çocuk mektebi, 3 Han ve Hamam, 1100 iğneci tezgâhı ve dolabı olduğunu, Mudurnu yapımı iğne ve boduçların (Camdan yapılan oyma su kabı) Rum ülkelerine ve Hinde kadar gönderildiğini, 10 arşın boyunda 2 zira (180 cm) eninde latif tahtaların Akçaşehir ve İzmit iskelelerinden İstanbul ve başka diyarlara gönderildiğini anlatır.

1980 li yıllara kadar Mudurnu esnafı tarafından yapılan soba, ibrik, semer, nal, mıh, tabaklanmış deri, süpürge, sepet, bakır kaplar vb. el sanatları Göynük, Seben, Nallıhan, İstanbul’a kadar gider, pazarlardaki yerini alırdı. Kasabanın adıyla bütünleşmiş Mudurnu Tavukçuluk, geçmişte saraylara kadar ünü yayılan tavuğuyla dünya markası olmuş, iki binli yıllarda meydana gelen ekonomik kriz nedeniyle faaliyetini durdurmak zorunda kalmıştır.Bunun üzerine, kasaba halkına istihdam yaratmak amacıyla, 1995 li yıllarda Bolu Valiliği, Mudurnu Tavukçuluk, Sivil girişimciler öncülüğünde turizm çalışmaları başlatılmıştır. Bu girişime bağlı olarak ev, konakların restorasyonlarına hız verilmiş, tarihi dokuyu ve geleneklerini kaybetmeyen Mudurnu; ana kentlere (İstanbul, Ankara) yakınlığı ve ulaşım kolaylığı nedeniyle, turist çekmeye başlamıştır… Kültür, tarih, doğa, inanç, sağlık ”termal” gibi alternatifi bol turizm alanlarında hizmet vermektedir.

Büyük şehirlerin yoğun iş yaşamından, gürültüsünden, kirliliğinden bunalmış; tarih ve doğa ile baş başa kalmak isteyenlerin hafta sonları tatillerini geçirebilecekleri iki yüz elli yatak kapasitesine ulaşmıştır… Mudurnu’ya gelen turistler dilediklerinde tarih kokan daracık sokaklarda geçmişe yolculuğa çıkabilirler. Osmanlı erken dönem mimarisinin eşsiz örneklerinden olan Yıldırım Beyazıt Camii( 1374), Yıldırım Beyazıt Hamamı(1382), Kanuni Sulatan Süleyman Camii( 1546), Saat kulesi (1890), Mudurnu Kalesi, Demirciler Çarşısı, Armutçular Konağı, Haytalar Konağı, 1250 yıllık tarihi olan Roma Hamamı, Deve Köprüsü, Roma askeri geçit yollarına dikilen asırlık çınar ağacı, Hızırfakı Mahallesinde sokak sağlıklaştırılması projesi kapsamında yapılan örnek evler, bin yüz yıllık güneş saati, Pertev Naili Boratav Kültürevinde, yöreden toplanıp sergilenen tarihi objeler gibi kültürel, tarihsel eser ve eşyaları görebilirler. İsteyenler; kasabaya üç km. mesafede bulunan Babas Kaplıcasında şifa bulabilir,aynı zamanda kaplıca yolunda tarihi kaya evlerini görebilirler… Mudurnu’nun coğrafi sınırları içinde bulunan doğa harikası Abant’a, Sülüklü Göl’e, Karamurat Gölü’ne günübirlik yolcuklar yapabilirler. Şeyh- ül İmran Tepesi’nden, tarihi kasabamızın manzarası, görülmeye değer…Tarihi konaklarda sıcak, soğuk içecekler yanında yöresel yemekler yiyebilirler.Akşamları tarihi konaklarda misafir olup, yörede hâlâ devam eden birikme kültürünü izleyebilir, orta oyunları eşliğinde yöresel sanatçılarla müzik yolcuğuna çıkarak, günün yorgunluğu atabilirler.

İslamiyet Öncesi Dönem

Mudurnu bölgesi Antik dönemlerden bu yana birçok uygarlığın izlerini taşımakla birlikte, yörede bugüne kadar Arkeolojik ve Folklorik değerlendirmeler yapılamadığından net bilgiler elde edememekteyiz. Mevcut tarihî, kültürel kalıntıların da gerektiği gibi korunup değerlendirilememesi sonucu, var olan izler de zamanla tahrip olmaktadır. Geçmiş dönemlerde “Anadolu Trakyası” ve “Bitinya” adlarıyla anılan, Bursa – İzmit- Bolu bölgesinin ortasında, önemli ticari ve askerî yolların kavşağında yer alan Mudurnu’nun tarihini, bu bölge çerçevesinde ele almak gerekmektedir. Bitinya bölgesine bilinen ilk yerleşimler, M.Ö. 5000 yıllarında Proto- Hititler, M.Ö. 2000 yıllarında Hititler tarafından yapılmıştır. Tarihçi “Pline” ve Coğrafyacı Strobon’a göre Bitinya’nın ilk ahalisi Bebris ve Bitinyen – Tiniyen kavimleridir. M.Ö. 1200 yıllarında bölge -Trak-Frig kabilelerinin istilasına uğrar ve Sakarya nehri havzası, Frigya ülkesinin siyasî sınırları içine girer. Eskişehir yakınlarındaki Gordion kenti başkent olur. Bugün halen Mudurnu – Babas Kaplıcası yakınındaki Gâvur Evleri mevkii, Seben – Muşlar kovu vadisi, Seben – Çeltikderesi vadisi ve Göynük Soğukçam Köyü civarında Firigler’e ait kaya mezarları, oyma kaya evler ve kitabelere rastlanır. M.Ö. 7. yy.dan itibaren bölge, tarihte ilk kez parayı kullanan Lidya sınırları içersinde yer alır. M.Ö, 546 – 333 yılları arasında Anadolu Pers egemenliğine girer. Biritanya’da Persler’e bağlı, yarı bağımsız bir krallık kurulur ve İzmit (Astaküs -Nkomedia) başkent olur. M.Ö. 333 de Anadolu’ya giren Makedonya imparatoru İskender’in Bitinya’dan geçerken, Mudurnu – Sarot kaplıcalarında konakladığı bazı tarihî kaynaklarda belirtilir. Yarı bağımsız Bitinya krallığı, 3. Nkomed’in krallığını Romalılara vasiyet etmesiyle, M.Ö. 75 yılında son bulur. Roma Senatosuna bağlı bir eyalet haline gelen Bitinya halkının Asya kökenli kavimlerden oluşmasına rağmen yönetici sınıfları Elen ve Roma kökenli kişilerden oluşur. Roma imparatorlarının 313 yıllarında Hıristiyanlığı serbest bırakmasıyla birlikte Bitinya’da Patriklik ve Piskoposluk düzeyinde yerleşim birimleri kurulur. Mudurnu civarındaki Modrene, Mela, Kıssaıon kentlerinin de (Mudurnu- Asarköy -Göğören) Piskoposluk düzeyinde yerleşim birimleri olduğunu Ramsey’in “Anadolu Coğrafyası” adlı kitabından yararlanarak söyleyebiliriz.395 yılında Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesiyle, Bitinya Bizans sınırları içinde kalır. İmparator Theodosius (408 – 450) devrinde Doğu Bitinya (Onoryat) ve Batı Bitinya (Nefsi Bitinya) olmak üzere iki idari bölüme ayrılır, bu devirden sonra bölgeye Cermen, Türk İslav, Arap ve Sasani akınları yönelir.1019 yılından itibaren Anadolu’ya yönelen Oğuz akınları sonrasında Bizans’ın Anadolu yakasındaki hâkimiyeti iyice azalır. Haçlı seferleri sırasında Selçuklularca fethedilen bazı toprakların geri alınması da merkezi otoritenin güçlenmesi sonucunu doğurmaz. Bölgede feodal beylikler Osmanlı dönemine kadar hâkimiyetlerini sürdürürler.

Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Dönemi

Selçuklu sultanları Tuğrul, Alp Arslan, Melik Şah doğudan büyük kitleler halinde akın eden göçebe Türk boylarını; yeni topraklar bulmak, yerleşik hayata yönetmek ve Bizans sınırlarında uç güvenliğini sağlamak amacıyla Batı Anadolu’ya sevk etliler. Bu sayede hem Bizans’ın direnci kırıldı hem de 11.yy. da Marmara ve Ege kıyılarına kadar uzanan topraklarda yoğun Türk yerleşimi başladı. Bu politika ileride Anadolu Selçuklu Devletinin ve Türk beyliklerinin kurulmasına yol açacaktır. Yine bu dönemde doğudan gelen Moğol istilası da Batı Anadolu’daki Türk yerleşimlerini hızlandırır.1072 – 73 yıllarında Artuk Bey komutasındaki Selçuklu ordusu, Kapadokya’dan Bolu, İznik, İzmit bölgesine kadar uzanıp Ayan (Sapanca) gölü önlerinde Bizanslı asi Ursel’in ordularını bozguna uğratır.1078 yılında Süleyman Şah İznik’e girerek Üsküdar’a kadar ilerler. Sakarya, Eskişehir, Mudurnu, Bolu, İznik civarında Porsuk ve Bozan Beyler komutasındaki Türk kuvvetleri köy ve şehirlerde ilk Türkmen yerleşimlerini başlatırlar. 1072 – 1097 tarihleri arasında bölgedeki Selçuklu egemenliği, I. Haçlı seferleri ile sona erer ve bölge tekrar Bizans’ın denetimine girer.1176 yılında 2. Kılıçaslan, Eskişehir yakınlarında yapılan Miryokefalon savaşında Bizans ordularını kesin bir yenilgiye uğratarak Sakarya, Bolu bölgesine kadar ilerleyişini sürdürür. Mudurnu ve köylerine, Eskişehir, Sarıcakaya, Nallıhan yönünden gelen Türkmen akınları, Bolu – Sakarya yönlerinden gelen Türkmen göçleri ile kavuşarak yörenin Osmanlı Devleti’nin çekirdeğini oluşturan topraklar içinde yer almasına neden olur. Bugün bile hâlâ bazı yer ve köy adlarının o dönemde bölgeye yerleşen Türk boyları ve gazilerinin adlarıyla anılması, incelenmeye değer bir konudur.

Osmanlı Devleti Dönemi ve Kuruluş Devri

Mudurnu, Osmanlı Devleti’nin çekirdeğini oluşturan toprakların içinde yer alır. Yöre köylerine, Selçuklu döneminde başlayan ilk Türkmen yerleşimleri Ertuğrul Gazi ve Osman Bey dönemlerinde de yoğunlaşarak devam eder. Ertuğrul Gazi’nin Ankara – Karacadağ civarından Söğüt taraflarına gelişlerinde, onunla beraber olan Samsa Çavuş önce İnegöl dolaylarına yerleşir. Burada Bizans tekfurlarından rahatsız olup, kalabalık aşireti ve kardeşi Sülemiş (Sulamış) ile birlikte Mudurnu – Çavuşderesi mevkiine göçer. 1290 yıllarında bu bölgeyi yurt edinerek eski ipek yolu güzergâhındaki Mudurnu Bizans Tekfurluğu kalesini, ekonomik kuşatma altına alır. Osman Bey 1292 yılında Samsa Çavuş ile birlikte Sorkun köyleri ve Mudurnu kalesine saldırarak etraftan bol ganimet toplar. Daha sonraki yıllarda birçok Osmanlı akınına uğrayan Mudurnu Tekfurluğu 1307 yılında Türk askerî ve siyasi egemenliğine boyun eğer. Samsa Çavuş da Mudurnu -Göynük -İzmit bölgesine “Uç Beyi” olarak tayin edilir. 1320 yıllarına kadar bu bölgenin denetimi ve Türkleştirilmesi görevini Akça Koca ve Konur Alp adlı gaziler sürdürür. 1333 yıllarında. Mudurnu – Bolu – Kastamonu yolunu izleyerek Kırım’a giden gezgin İbn-İ Batuta, Mudurnu – Göynük arasında Türkmen köylerinden geçtiğini, Ahi tekkeleri etrafında örgütlenmiş, canlı bir ekonomik merkez görünümündeki Türk şehri Mudurnu’da konakladığını anlatır. Orhan Bey 1337 yılında İzmit’i aldıktan sonra, etrafı tamamen Türk köyleriyle kuşatılmış Taraklı, Göynük ve Mudurnu kalelerinin kesin fethi için Süleyman Paşa’yı görevlendirir. Bu kaleler uzun yıllar süren askeri ve ekonomik kuşatmadan bunalmış olduklarından, karsı koymaksızın teslim olurlar. Süleyman Paşa yerli ahaliye iyi davranarak, arazi ve mülklerini onlara bağışlar. Bu karar Orhan Bey tarafından da onaylanır.

Kurtuluş Savaşı Dönemi

30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında Anadolu siyasal, sosyal ve ekonomik açıdan bir kaosa itilmişti. Orduların terhis edilmesi, önemli bölgelerin işgali, bu bölgelerden kaçan insanlarımız, harp içinde türeyen eşkıyalar, azınlıkların tavrı sosyal bunalımı yükselten etkenlerdi. Üretimin düşmesi, kıtlık ve açlık; ekonomik sıkıntıyı arttırıyordu. Böyle bir ortamda, Ankara’da T.B.M.M.’ni açma ve Kuva-yi Milliye’yi örgütleme çalışmaları ülkenin tek ışığı olmuştu. İtilaf devletleri Ankara’da doğmakta olan umut ışığını karartmak için Marmara’nın güneyinde ve doğusunda iç karışıklıklar çıkarma gayretine girdiler. Anzavur isyanı, Balıkesir, Bursa civarına yayıldı. Şeyhülislam Dürrizade’nin imzaladığı milli mücadele karşıtı fetvalar İngiliz uçaklarıyla Bolu, Düzce, civarına dağıtıldı. Adapazarı, Mudurnu, Nallıhan civarına dağıtıldı. 7 Şubat 1919’da 4 İngiliz subayı ve bir Ermeni papazdan oluşan kışkırtıcı heyet, Bolu – Mudurnu – Taraklı dolaylarında milli mücadele aleyhinde propaganda yapıp “Peyam-ı Sabah ve Alemdar” adlı gazeteleri dağıttılar. Bolu Mutasarrıfı Osman Kadri’nin Kuvay-i Milliye’yi Bolşeviklik ile suçlayan beyannameleri köylere kadar ulaştırıldı. İzmit mutasarrıfı İbrahim ise Adapazarı havalesinde 150 TL maaşla isyancı yazımına girişti. Saraydan çıkarları olan bazı etnik gruplar ise vaatler ile kandırılarak isyanın içine çekildiler. Mevcut gelişimin farkında olan Mudurnu’lu aydınlar 30 Mayıs 1919’da Redd-i İlhak Cemiyeti’ni, 20 Ekim 1919’da da Mudurnu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni kurdular. Hakkı Durukan’ın başkanı olduğu cemiyetin kurucuları arasında Selim Sarıbay, Fuat Armutçu, Besim ve Ubeydullah Doğulu, Binbaşı Şevki Bey, Yüzbaşı Muharrem, Sabri Karaçayır, Hilmi ve Salih Zeki Beyler vardı.

İstanbul’un görevlendirdiği Şeyh Anzavur, Anzak Ahmet, Süleyman Şefik Paşa, Suphi Paşa, Binbaşı Hayri gibi elebaşları öncülüğünde 9 Nisan 1920’de Adapazarı – Hendek, 13 Nisan’da Düzce – Bolu, 19 Nisan’da Nallıhan ve Çayırhan; T.B.M.M. ne karsı ayaklandı. Dört bir yandan isyan ateşi arasında kalan Mudurnu’ya yönelen asiler, yağma ve talan hevesindeki civar köylüleri de yanlarına alarak 21 Nisan 1920’de şehri bastılar. Hükümet konağına girerek Kaymakam Naili Bey ve Savcı Salih Zeki Bey’i esir ettiler. Bölge direniş komutanı Kuşçu Eşref, Binbaşı Şevki Bey, Yüzbaşı Hilmi Bey öncülüğünde şehri savunmaya çalışan yerel milli kuvvetlerin yardımına 4 Mayıs 1920’de Çolak İbrahim Bey kuvvetleri yetişti ve isyancılar dağıtıldı.

Büyük Cami İmamı Filibeli Tevfik Hoca ve Binbaşı Şevki Bey öncülüğünde Beşkavak mevkiinde büyük bir miting düzenlendi. Burada T.B.M.M. beyannamesi okunarak, halkın Milli Mücadeleye katılması, isyancılara inanmaması telkini yapıldı. Halk üzerinde derin bir etkisi olan Filibeli Tevfik Hoca daha sonra 8 Haziran 1920’de bölgedeki asilere nasihat için Düzce’ye de gitti. Marmara’nın doğusunda çıkarılan isyanların ortasında kalan Mudurnu’nun stratejik önemini gören Milli Kuvvetler yöreye kuvvet yığmaya başladılar. Çerkez Ethem emrindeki bazı birlikler, Kaymakam Arif Bey Müfrezesi, Demirci Efe, Binbaşı Nazım Bey ve Refet Paşa Bolu yönüne; Geyve yönüne ise Ali Fuat Paşa kuvvetleri gönderildi. Bu toparlanmayı sezen Bolu – Düzce isyancıları 13 Mayıs 1920’de büyük kuvvetlerle tekrar Mudurnu üzerine yürüdüler. Birinci isyan girişiminde Kuva-yi inzibatiyecilerin gerçek yüzünü gören şehir halk; Bolu Mutasarrıfı Osman Bey, Düzceli Koç ve Ali Bey’ler komutasındaki isyancılara karşı millî güçlerle birleşip şehre asileri sokmadılar. 13- 14- 15 Mayıs 1920 günleri tüm şiddetiyle devam eden çatışmalara Nallıhan üzerinden gelen Nazım Bey emrindeki 500 kişilik Milli Efe kuvvetleri de katılınca asiler bozguna uğradı. Bunun üzerine Sarıklı Necati Bey emrindeki 500 kişilik Milli kuvvetler. 11. Fırka Kumandanı Arif Bey müfrezesi ve 20 Mayıs 1920’de General Refet Paşa kuvvetleri şehre girdiler. Refet Paşa hükümet konağı balkonundan halka hitap ederek coşkun tezahürat ve alkışlarla karşılandı.

24 Ekim 1920 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk’ün Mudurnu halkına gönderdiği telgraf Belediye binasının önünde okundu. “Sevgili Mudurnulular Kurtuluş Savaşının en zor günlerinde Kuvay-i Milli’ye verdiğiniz destek ve gösterdiğiniz kahramanlığa teşekkür ederim.” sözleriyle Mudurnu halkını onurlandırmıştır. Laik Cumhuriyetin hangi koşullarda ve büyük bedeller ödenerek kurulduğunu iyi bilen Mudurnulular, özellikle Cumhuriyet Bayramlarıyla diğer ulusal bayramları geniş halk katılımlarıyla coşku içinde kutlarlar. Tarih boyunca canlı ekonomisi, barındırdığı nüfus, eğitim ve kültüre verdiği değerle çevrenin en önemli yerleşim alanlarından olan Mudurnu, Kurtuluş savaşında da etrafı isyanlarla çevrili iken Kuvay-ı Millinin kalesi olmuş, Laik Cumhuriyetin kurulmasına önemli katkılarda bulunmuştur.

Mudurnu, Bitinyalılar zamanından beri var olan eski bir kasabadır ve çeşitli medeniyetlerin ilk yerleşim yeridir. Frigyalılar, Lidyalılar, Persler, Romalılar, Bizanslılar ve Selçuklular’dan sonra Osmanlı topraklarına katılmıştır. Bir ara Tekfurlar yönetimindeyken, Bursa tekfurunun kızı Matarnı(Moderna) adına yapılan kale kasabaya ad olmuş, çeşitli şekillerde söylene söylene MUDURNU halini almıştır.

1019 yılından itibaren Anadolu’ya yönelen Oğuz akınları sonrası, 1078 yılında Süleyman Şah döneminde Sakarya, Eskişehir, Bolu ve Mudurnu civarına ilk Türkmen yerleşimleri başlamıştır. Selçuklu egemenliği 1. Harçlı seferleri ile sona ermiş ve bölge tekrar Bizanslılar’ın denetimine girmiştir. Mudurnu, Osmanlı Devleti’nin çekirdeğini oluşturan toprakların içinde yer alır. Yöre köylerine, Selçuklu döneminde başlayan ilk Türkmen yerleşimleri Ertuğrul Gazi ve Osman Bey dönemlerinde de yoğunlaşarak devam etmiştir.

Osman Bey 1292 yılında Samsa Çavuş ile birlikte Sorkun köyleri ve Mudurnu kalesine gelmiş,daha sonra Mudurnu Tekfurluğu 1307 yılında Osmanlı topraklarına katılmıştır. . Samsa Çavuş da Mudurnu -Göynük -İzmit bölgesine “Uç Beyi” olarak tayin edilir. 1320 yıllarına kadar bu bölgenin denetimi ve Türkleştirilmesi görevini Akça Koca ve Konur Alp adlı gaziler sürdürmüştür.

Mudurnu, Kurtuluş Savaşında, Kuvay- i Milli’ye destek vermiştir ve bu nedenle M.K.Atatürk’ün teşekkür telgrafıyla onurlandırılmıştır. 24 Ekim 1920 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk’ün Mudurnu halkına gönderdiği telgraf’ta şu ifadeler yer almıştır: “Sevgili Mudurnulular! Kurtuluş Savaşının en zor günlerinde Kuvay-i Milli’ye verdiğiniz destek ve gösterdiğiniz kahramanlığa teşekkür ederim.”

TARİHİ MEKANLAR

Yıldırım Bayezıd Camii: Padişah 1.Murat’ın oğlu Yıldırım Beyazıt’ın Bolu şehzadeliği döneminde M.1374 yılında yapılmıştır. Caminin planı geometrik olarak kareye yakın, yan taraflara dar birer kemer ilavesi ile bir metre kadar genişlik sağlanmıştır. Ortalama kalınlığı 1.60 m olan duvarlara 8 tane yaslama ayak eklenerek aralarına kemerler atılmıştır. Duvardan duvara açıklık 20.70 m’dir. Direksiz kubbe açıklığı 19.65 m’ dir.637 yıldır ayakta kalan ve kullanılır durumdaki Osmanlı erken dönem mimarisinin en güzel örneklerinden biridir.

Kanuni Sultan Süleyman Camii:1546 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Caminin tavanı ahşap, duvarları taş yapıdır. Duvar kalınlığı 90 cm dir. Tavan açma tavan olarak inşa edilmiş olup Selçuklu mimarisini andırır. Tek minarelidir. Minare, mimari tarzda tuğladan örülmüş ve tek şerefelidir.

Orhan Bey Camii: Orhan Bey Camiinin yapılış tarihi tam bilinmemekle birlikte 1920 li yıllara ait siyah, beyaz Mudurnu fotoğraflarında görülmektedir. Mudurnu, Osmanlı döneminde üç sultan adına camii yapılmış kültür ve ticaret merkezi olan bir yeridir.

Samsa Çavuş Camii: Mudurnu ilçesi, Güveytepe Köyü yakınında bulunmaktadır. Kareye yakın dikdörtgen planlı cami, bir Cuma mescididir. Hakkında yazılı bir belge bulunmayan caminin, Osman Gazinin silah arkadaşı ve Osmanlı Devletinde ilk çavuş unvanını taşıyan Samsa Çavuş tarafından yaptırıldığı kabul edilmektedir. Moloz taş duvarlarıyla sade bir görünüme sahip olan cami; ayakta kalmış en erken Osmanlı eserlerinden biri olması bakımından önemlidir.

Türbeler: Şeyhül- ül İmran Veli Haz. , Karaaslan, Doruk türbe, Hıdırlık türbe, Ömer Halveti( Ölümü 1397 ) , Şeyh Fahreddini Rumi bilinen en önemli şahsiyetlerdir. Şeyh Fahreddini Rumi, kayıtlarda Sultan Birinci Beyazıt devri ulema ve şeyhlerindendir. Horasan’ın Rey şehrinde doğmuş, tahsilini yaptıktan sonra Konya’ya, oradan ibadetini sürdürmek ve talebe yetiştirmek için o zamanın ileri bir eğitim ve kültür merkezi olan Mudurnu’ya yerleşmiş, Müştemil-ül Ahkâm adını verdiği kitabını yazmıştır. Şeyh Fahreddini Rumi aynı zamanda Osmanlı Beyliğinin devletleşme sürecindeki ilk sadrazamı (başbakanı) Çandarlı kara Hali’lin hocasıdır. Şeyh Fahreddini Rumi Mudurnu’da 1443 yılında vefat etmiş, mezarı kanuni Sultan Süleyman camiinin bahçesindedir.

Yıldırım Bayezıd Hamamı: Beyazıd şehzadeliği döneminde yapıldığı, hamamın kapı üzerinde yazılı bulunan kitabesinde M.1382 ibaresinden anlaşılmaktadır. Kitabeye; “Hamamın ustası(mimarı) İbrahim oğlu Ömer” diye yazılmıştır. Hamamın stalak titleri Osmanlı mimari süslemeleri tarihinde bir dönüm noktası oluşturacak derecede önemlidir. Hamamın iç taksimat ve tezyinatı, tanınmış mimarlar tarafından eşine ender rastlanan şaheser bir yapı olarak ifade edilmektedir. Keçeciler bölümü ile giriş kapısının soluna gelen her tarafı geometrik esaslara göre süslenmiş olan üzeri kubbe ve tonaz kemerli soğukluk kısmı ile balıklı kurnası, göbek taşı ve sıcak halveti ile hamam görülmeye değer tarihi bir eser olup, günümüzde de hizmet vermektedir.

Saat Kulesi: 1890–1891 tarihlerinde ahşap olarak yapılmış, 1900 yılındaki bir yangın geçirmiştir. 1905 yılında çevreden getirilen taşlar ile Mudurnu hapishanesindeki mahkûmlara yaptırılan kuleye Mudurnulu demirci ustasının yaptığı saat takılmıştır. Kule yaklaşık olarak 3.80×3.80 boyutlarında kare prizma gövdeli ve 12 m yüksekliğindedir. Doğuya dikdörtgen söveli bir kapısı vardır Bu kapıdan 30 basamaklı ahşap merdivenlerle üç yöndeki saat kadranlarının bulunduğu yere çıkılmaktadır Kule üzerindeki çanın ağırlığı 140 okka ( yaklaşık 185 kg.) civarındadır. Saat kulesinin dış cephesi 1995 li yıllarda ahşap ile kaplanmıştır.

Köprüler: Musalla Mahallesindeki Deve Köprüsünün yapılış tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, kesme taş ve birbirine geçme kemerli olarak 1700 lü yıllarda yapıldığı tahmin edilmektedir.

Mudurnu Kalesi: 1650 yılında Mudurnu’ya gelen Evliya Çelebi Mudurnu Kalesini 8 köşeli, 20 kuleli, bir kapılı, binası kararmış, sur ve kaleleri çökmüş eski bir yapı olarak tasvir eder. Bizans döneminden günümüze kadar ulaşmış olan kale kurtarılmayı beklemektedir.

MUDURNU’NUN COĞRAFİK YAPISI

Yüzey Şekilleri:

Sıra Dağlar ve Tepeler:

İlçe dağlık bir arazi yapısına sahiptir. Dağ sıraları doğu- batı istikametine doğru uzanır ve batıdan doğuya gidildikçe yükseklikler artar. Belirgin olarak üç dağ sırası vardır. Bu sıra dağlar üzerinden üç önemli tepe vardır. Birincisi ilçenin en kuzeyinden geçen, Düzce İli ile sınır çizgilerim oluşturan Abant Dağları, ikincisi Akyazı Göynük sınırından başlayarak doğuya doğru giden sıra dağ üzerindeki Akkaya Tepesi( 1628 m) ve Kuzgunkaya Tepesidir.( 1651 m.) Dağ uzantısı Alaçam Tepe (1689 m. )ile devam ederek Bolu’nun Aladağ ve Köroğlu sıra dağları ile birleşir. Üçüncü sırada ise Göynük ilçesini ortalayıp yükselerek güneybatıdan gelen sıra dağla birleşip Mudurnu ilçesi hudutlarına girer. Bir süre doğuya doğru uzandıktan sonra kuzeye yönelip ikinci dağ sırası ile birleşir.Mudurnu ilçe merkezinin doğusunda bulunan Hisar Dağı (1384 m. )ve Şehriman Tepesi(1115m) ; Mudurnu’ya girişte dikkati çeken iki yükseltidir.

Ovalar ve Yaylalar: Mudurnu ve civarı dağlık bir arazi yapısına sahip olduğundan ovalar azdır. Abant Dağlarının güney batısında genel olarak güney batı-kuzey doğu istikametinde Mudurnu ovası uzanır. Ova, doğudan ve güney batıdan da dağlarla çevrilidir. Ortalama yükseltisi 800 m.dir. Şiddetli kara ikliminin etkisi, toprağın fakir oluşu, sulamanın az yapılması, devamlı aynı çeşit ürün ekimi yapılması nedeniyle verim düşüktür.

Abant, Mudurnu’nun coğrafik sınırları içindedir.İlçeye uzaklığı 18km’dir.

TARİHİ MUDURNU EVLERİ

Yolunuz Mudurnu’ya düştüğünde ve ayaklarınız sizi kasabanın dar sokaklarına taşıdığında; sevimli, sıcak görünümlü , ahşap veya yarı ahşap evler takılır gözlerinize. Çatıları kiremitli, balkonları ahşap oymalarla , pencereleri örme perdelerle, kanaviçe işlemelerle süslenmiş evler… Bu evler, konukları karşılamaya hazır güler yüzlü, konuk sever ev sahibi gibi gülümser size. Yaşayan tarih olan bu evler sizi yıllar öncesine götürür. Bu mekânlarda şimdiye kadar kimlerin yaşadığını; bu evlerin kim bilir hangi acılara, üzüntülere, sevinç ve mutluluklara tanıklık yaptığını düşündürür size. “Ah! Dile gelseler de bir konuşsalar,” dedirtir.

Kentsel SİT alanı ilan edilen Mudurnu, eski Türk evleri bakımından önemli bir özelliğe sahiptir. Sivil mimari özellikleri açısından eski yılların tarihini ve kültürünü yansıtan bu evler korumaya alınmıştır. İlçede bulunan 165 adet konut, 8 adet cami, çeşme ve hamam olmak üzere toplam 173 adet mimari değeri yüksek yapı bulunmaktadır.

Armutçular Konağı ise bu yapılar içinde öne çıkmaktadır. Konakta; dört katlı kare planlı 17 oda, 4 büyük salon ve bir büyük sofa bulunuyor. Çıralı çamdan karkaslı ve ahşap kaplamalı konakta ahşap oymalar, muhteşem tavan süslemeleri ve kapı tokmağı gibi ayrıntılar, ziyaretçiler üzerinde hayranlık duygusu uyandırıyor.

Konaklama birimi olarak hizmet veren tarihi evler ise; Hacı Şakirler Konağı, Hacı Abdullahlar Konağı, Urgancıoğlu Yatıevi, Keyvanlar Konağı, Yarışkaşı Konağı ve Fuat Beyler Konağı’dır. Armutçular Konağı, Kazanlar Evi, Haytalar Konağı da tarihi evler arasındadır.
Mudurnu’daki iki ve üç katlı olan tarihi ahşap evlerde, giriş katlarında kiler, mutfak, su sarnıçları bulunurken, geniş taş duvarlar üzerine oturtulan üst katlarda avlu veya sofa etrafında oturma, yeme, yatma amaçlı odalar yer alıyor. İç ve dış mekânlarda ahşap işlemeciliğinin en güzel örnekleri de görülebiliyor.

Mudurnu evleri, genellikle iki ve üç katlıdır . Zemin katlarında depolar, kiler, hizmetçi odaları, mutfaklar ve geleneksel günlerde ailenin birlikte yemek yediği fırın odaları bulunur. Genellikle odalar, bir sofanın etrafında sıralanmıştır. Odaların içinde ocaklar, yüklükler sedirler bulunur. Evlerin bazıları, dışa yönelik çıkmalar şahnişli ve cumbalıdır. Ayrıca, balkon süslemelerinde ahşap oymacılığının yanı sıra maden işçiliğinin de dekoratif örnekleri de görülür. Özellikle kapı ve pencerelerde Osmanlı ağaç işçiliğinin en güzel örneklerine rastlanır. Evlerin üzerleri genellikle ahşap kırma çatılı ve alaturka kiremitlidir. Bunların arasında çıkan bacalarda estetik görünüme önem verilmiştir.

YORUM

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir